KARGA
Kasım ayıydı. Sevdiği atkısını boynuna dolamış sevmeye mecbur bırakıldığı sokaklarında yürüyordu kasabanın. Elleri cebinde, başını ise öne eğik bir şeyleri hatırlar gibi veya unutmuş gibi bir şeyleri kısık gözlerini ıslak asfalta dikmişti. Yürüyüşü ritimsizdi ve arada bir geriye dönüp bakınıyordu. Geride kasabanın o bilindik akşamüstü tenhalığı vardı. Neredeyse sessizdi eğer kalabalık bir karga sürüsü gürültülü bir şekilde sahildeki kayalıkların olduğu tarafa doğru uçmasaydı. Bu sokakların tenhalığını da sevmek zorundaydı çünkü hiçbir zaman seveceği bir sokakta yürüyebilmeye cesaret edememişti. Yaşı ilerledikçe kendisi de gitgide bu sokaklara benzemişti. Çoğu zaman yalnız ve durgundu. Bu durgunluğunu ara sıra kafasından bir karga sürüsü gibi geçen kötü düşünceler bozuyordu. Bu düşünceler onu ürkütse de yine de bunlar üzerine kafa yormaktan garip bir haz alıyordu. Böyle zamanlarda sevebileceğini hissettiği sokakların kalabalığında, insanları ayartan bir şeytan gibi dolaşabiliyordu. Kötülük ve özgürlük ne kadar benzeşiyordu birbirlerine.
Birkaç saattir dışarıdaydı ve artık üşüdüğünü hissedip evine geri döndü. Eve girer girmez kendisini karşılayan derli toplu boşluk onu ürküttü. Ev ne zaman bu kadar derli toplu olsa mutlaka yaşlı annesi içerideki bir odadan ona seslenirdi. Oysa şimdi ev derli toplu ve oldukça sessizdi. Kendini bir koltuğa bıraktı ve asfalta baktığı gibi bu kez de gözlerini kısarak duvardaki bir noktaya bakmaya başladı. Bir süre bu şekilde düşüncelere dalmış kaldı. Daha sonra kitaplıktan bir ajanda alarak rasgele bir sayfa açtı. Ajanda üniversite yıllarında yazmış olduğu şiirler, yazılar ve derslerde aldığı notlarla doluydu. Sayfayı açtığında acı bir gülümseme oluştu yüzünde. Gülüşündeki o acı tadı yok etmek ister gibi defalarca yüksek sesle okudu yazanları. “Toplumda sevgi ve iyiliğin bu kadar ön plana çıkarılması hastalıklı bireyler yaratıyor. Neredeyse var olan her şeyi sevmek zorunda bırakılıyoruz. Henüz çocukken başlıyor saldırı. Aileni sev, tanrıyı sev, ülkeni sev, doğayı sev ve hatta sana kötülük yapanları bile sev… oysa iyilik ve sevgi ne kadar insansıysa, kötülük ve nefrette en az o kadar parçası değil mi insanın? Her tarafımız yapış yapış sevgi sözcükleriyle kuşatılmış. Sevmek mecburiyetini tek kişilik bir hücre gibi taşıyoruz yanımızda ve gardiyan olarak da iyiliği atamışlar sanki. İçimizdeki nefreti ve öfkeyi sevgiye çeviremediğimiz nokta da hastalanmaya başlıyoruz. Nefret ve öfkeyle yaşamak lanetlenmiştir çünkü.” Ajandayı kapatıp yatağına uzandı. Bir süre sonra uykuya daldı.
Henüz birkaç saat geçmişti ki bir gürültüyle uykusu bölündü. Birkaç polis kapıyı kırarak eve girmişti. Uyku sersemliği geçmeden onu kıskıvrak yakalayıp yere yatırdılar ve kelepçelediler. Amirleri polislere yüksek sesle emirler veriyordu. Polislerden biri küfürler savurup vurmaya başladı. Arkadaşları zorlukla sakinleştirdiler polis memurunu. Bütün bu curcunada o hep aynı şeyi söylüyordu. “Gürültü yapmayın annem uyanacak, lütfen!”
O ajandasını okurken, polisler sahildeki kayalıkların arasında yaşlı bir kadın cesedi bulmuştu. Yaşlı kadının yüzü paramparçaydı ve gözleri oyulmuştu. Polise cesedi ihbar eden kişi ifadesinde cesedin etrafında bir karga sürüsü gördüğünü söylemişti. Bu ifadeyi tutuklama sırasında katile vuran polis memuru almıştı. Polis daha sonra cinayeti gören bir tanık sayesinde katili bulmuştu.
Katil çok kısa süren bir yargılama sürecinden sonra tek kişilik bir hücreye konuldu. Kağıt ve kalem isteği hapishane müdürü tarafından kabul edildi. Birkaç gün sonra hücresinde kendisini atkısıyla asmış olarak bulundu. Derli toplu yatağının üzerinde son derece özenlice katlanmış kağıtta tek bir cümle yazıyordu.
“Tüm hayatım boyunca, sadece bir kez bir karga kadar özgür olabildim ve bunu hayatımla ödedim”
SEDA KARAKAŞOĞLU