1982 yılındaydık ve ben ilkokul 3. sınıftaydım. Her insanın biraz şairleştiği bir aydaydık; Nisanın ortaları. Tarihi hiç unutmuyorum; çünkü ilk kez topluluk karşısında şiir okuyacaktım; hem de 23 Nisan törenlerinde ve stadyumda. Öğretmenim şiir seçimini bana bırakmıştı; gel gör ki benim şiirsel anlamda hiç kaynağım yoktu. Böylece ilk şiir kitabımı aldım kitapevinden: “Gökyüzü Mavi Kaldı” S. Eyüboğlu ve Y. Kemal’in” Toros Yayınları’ndan çıkardıkları bir derleme çalışmasıydı. Kitabın adı mıydı beni çeken, yoksa kapaktaki karikatürler miydi anımsamıyorum. Bildiğim bir şey varsa, o da aradığım 23 Nisan çocuk şiirini o halk şiirleri derlemesinde bulamadığım; ancak şiirle olan serüvenimin o kitapla başladığıdır.
Aşık der ki biçare
Bîçareye ne çare
Et koksa tuz katarlar
Tuz kokarsa ne çare ( Anonim)
“Doktor Doktor Kalksana”, “Anneciğim Seni Ben” ya da “Bugün 23 Nisan” gibi ( tüm sınıfça ezberlenmesi zorunlu) şiirleri saymazsak, kendi tercihim ve beğenimle ezberlediğim ilk uyaklı ve ölçülü şiircik, yukarıdaki manidir. İşte bu maniyi ezberlediğim günden bu yana, şiirle kesintisiz, çıkarsız bir arkadaşlığımız oldu.
Hep kurcalamıştır kafamı; acaba öğretmenim bana şiir okuma yerine şarkı söyleme görevi verseydi ve ben de gidip Müslüm Gürses’in bir kasetini alsaydım ne olurdu?! Bu da başlı başına bir muamma tabii!
Şiiri neden seviyorum? Nedir bunca yıldır şairleri yarı aç, yarı tok peşinden koşturan bencil sanat? Bugüne dek belki de binlerce farklı tanımı yapılmıştır şiirin. Bence şiir, duygularımızın tıkandığı ve boğulmak üzereyken bize atılan bir can simididir. Şairler içinse kim bilir, belki de sustuklarıdır şiir denen şey. Ancak kesin olan bir şey var; şiirin her dizesi bizim için üçüncü bir göz; her şiir de yeni ve farklı bir yaşamdır bize sunulan:
…
Beni ben de demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü (Yunus Emre)
…
İlkokul boyunca hep halk şiiriyle yoğurdum kendimi. İlkokul bittiği yıl, dedemin okuduğu -o zaman Arapça zannettiğim- bir kitap çekti dikkatimi. Merakla sorduğumda Yahya Kemal Beyatlı’nın “Kendi Gök Kubbemiz” adlı Osmanlıca basılmış şiir kitabı olduğunu söyledi. Kitaptan bana okuduğu şiir ise bir başka dünyanın, eski şiirin kapılarını açıvermişti önümde. Hele o ilk beyti nasıl da kolayca ezberlemiştim:
Dönülmez akşamın ufkundayız ; vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç. (Yahya Kemal Beyatlı)
…
Yıllar sonra bu şiiri şarkı biçiminde duyup da “Yahya Kemal Beyatlı!” diye bağırışım aklıma geldikçe, hâlâ utanırım. Amerika’yı yeniden keşfediyordum.
Eski şiiri - tabii anlayabildiklerimi - okumaktan zevk alır hale gelmiştim.
…
Meni candan usandırdı, cefâdan yar usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan, murâdım şem’i yanmaz mı (Fuzulî)
…
dizelerinde Fuzulî’nin sevdiğine ben de kızıyor;
Gel yoldaş ol Cem’e ki seferden safâ bula
Kim yârı olmayana değildir safâ sefer (Cem Sultan)
beytinde ise Şehzade Cem Sultan’ın durumunda ve yalnızlığına ortak oluyordum. Elbette anlamadıklarım çoğunluktaydı; ama onları da seslerindeki uyum, söyleyişlerindeki güzellik ve ustalıkla seziyor ve beğeniyordum:
…
Didem ruhunu gözler gözler ruhunu Didem
Kıblem olalı kaşın kaşın kıblem (Nazîm)
…
ya da
…
Dest bûse arzusuyle ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun ânınla yare su (Fuzulî)
…
O yıllar tek kanallı televizyon (TRT) yıllarıydı ve benim yaş grubumum ilgisini çeken iki program vardı: Pazar sabahı 10.00’ da çizgi film “Voltran” ve ardından Pazar sineması kuşağındaki “kovboy filmleri.” ( Clint Eastwood’ un “ Bir Avuç Dolar, İyi- Kötü-Çirkin…” filmlerini ne zaman izlesem, çocukluğuma dönerim ve annemin hazırladığı kızarmış ekmeğe sürülmüş yağla reçel kokuları gelir burnuma) Kovboy filmi de bitince ünlü orkestra şefimiz Hikmet Şimşek yönetimindeki “ Pazar Konseri” başlar ve televizyon bizim için ertesi hafta Pazar gününe dek tatile girerdi.
Bize de yapacak tek şey kalırdı; sinemaya gitmek! O dönemde sinemaya iki tür film gelirdi yalnızca; Kung-Fu ustası Bruce Lee’nin filmleri ya da hep iyilerin yanında, kötülerin can düşmanı, ulusal kahramanımız olan Cüneyt Arkın’ın filmleri.
Sinema salonundaki herkes, kötü kahramanı yuhalar, ıslıklar; iyi kahraman perdede belirince ise ayağa kalkar, alkışlar; inanılmaz tezahüratlar yapardık. (Böyle de saf bir kuşaktık işte!) Tabii sinema çıkışında herkesin bir Bruce Lee ya da Cüneyt Arkın olduğunu ve birer karate- kung fu ustasına dönüştüğünü anlatmama gerek yok herhalde.
Bunları yaşarken, ben bir yandan da şair kahramanımı yaşatırdım düş dünyamda. Onlar da en az filmlerdekiler kadar cesur ve korkusuzdu:
…
Eyerleyip kır atıma binmeden
Alayları bölük bölük kırmadan
Bolu şehri ateşlere yanmadan
Göndersin Ayvazı göresim geldi. (Köroğlu)
…
diyerek Bolu Beyine kafa tutan Köroğlu
ya da
…
Dadaloğlum yarın kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur,
Nice koç yiğitler yere serilir,
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir. (Dadaloğlu)
diyen yiğit Dadaloğlu, içimi patlatırcasına doldururdu; neredeyse altıma bir at çekip, düşman kovalayasım gelirdi.
Sonra ilk gençlik yılları geldi; - tabii eşyanın tabiatına uygun olarak- aynalar en çok gördüğümüz varlık haline dönüşüverdi.
Duygular, duygusal ögeler her şeyden önce gelmeye başladı bizim için. Birkaç şiir ezberleyen her gençte olduğu gibi, bende de “Ben bunların hepsinden iyi şiir yazarım!” düşüncesi oluştu.
Serbest şiirle tanışmıştım çünkü:
…
Bakakalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize, dünya güzel,
Serde erkeklik var ağlayamam. (Orhan Veli)
ya da
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm.
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni. (İlhan Berk)
…
tarzındaki şiirleri okudukça, şiir yazmak çok kolaylaşmış gibi geliyordu insana: Uyak yok, ölçü yok… Ancak, her deneyimsiz şair adayının başına gelenleri, ben de öğrendim acı veren bir hızla; göründüğü kadar kolay değilmiş şiir yazmak. Satırları alt alta koyup sıraladığımda, nedense ortaya çıkan şey şiir olmuyordu bir türlü:
Ben sana hayran,
Sen cama tırman…
biçiminde hayal kırıklıklarıydı üretebildiklerim. Neyse ki, şairlik hevesim çabuk geçti ve şiirin, gerçek şiirin büyülü bahçesine geri döndüm:
…
Bu ayrılık bana yaman geldi pek,
Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.
Ya gel bana, ya oraya beni çek,
Gözümün nuru oğulcuğum, Nijad’ım. (Recaizade Mahmut Ekrem)
…
diyerek küçük yaşta ölen oğlu için ağlayan Recaizade Mahmut Ekrem’e ya da
…
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak… (Ahmet Hâşim)
…
dizeleriyle yaşama yeni anlamlar katan Ahmet Haşim’e öykünmek, hatta onları kıskanmak ve taklit etmeye çalışmak, çok da ayıp olmasa gerek.
Bu arada, şairlerin de bizler gibi birer insan olduğunu, öyle Kafdağı’nda falan yaşamadıklarını anlamaya başlamıştım. Onlar da kızıyor, seviyor, hatta korkuyorlardı:
…
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selem vermek için insan beğenmez. (Kazak Abdal)
…
kıtasındaki kızgınlık, anımsanacak bir kızgınlık değildir.
…
Yeşil pencereden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi,
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ… (Ahmet Muhip Dıranas)
…
Sevdiğine serenat yapan şairin dizelerindeki yakarış, duyulmayacak gibi değildir. Peki ya ölüm korkusu? Şairler de korkar mı ölmekten? Elbette; her insan gibi…
…
Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? (Cahit Sıtkı Tarancı)
…
dizelerindeki ölüme karşı umutsuzluğu ya da
…
Ardıma düşüp de yorma kendini
Var git ölüm bir zaman da gene gel.
Akıbet alırsan komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da gene gel. (Karacaoğlan)
…
diyen Karacaoğlan’ın ölümden kaçışını ve ondan zaman istemesini gördüğümüz de, şair de olsa, sanatçı de olsa bizler gibi onların da yaşamın akışında birer yaprak olduğunu anlıyoruz:
…
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu.
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin. (Ahmet Kutsi Tecer)
…
ya da
…
Her sırrını bir başka çiçek yapmışsın,
Bir gövde değil, sanki petek yapmışsın…
Dünyamıza sunduğun ateşten bedene
Ey Tanrı, alevden bir etek yapmışsın! (Arif Nihat Asya)
…
kıtalarında bilinmeyene duyulan ürkü ve Tanrı’ya hissedilen hayranlık, açıkça görülüyor.
Şairler, aynı zamanda toplumsal vicdanın ortak sesi de olur:
Kapıları çeken benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
… … … … … …
Hiroşima’ da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
…
ya da
Birinci Dünya Savaşı’nda
Ayaklarım gitti.
İkinci Dünya Savaşı’nda
Elerim.
Ya üçüncüsü gelirse,
Vay benim garip başım. (Nevzat Üstün)
dizeleri, savaşın ne kadar kötü olduğunu adeta haykırıyor bize.
Evleri yüksek kurdular,
Önlerinde uzun balkon.
Sular aşağıda kaldı,
Aşağıda kaldı ağaçlar.
Evleri yüksek kurdular,
On bin basamak merdiven.
Bakışlar uzakta kaldı,
Uzakta kaldı dostluklar. (Gülten Akın)
…
şiirinde ise, apartmanlaşmanın, sosyal yaşantımızı olumsuz yönde etkilediği ince bir duyarlıkla vurgulanmış mı?
Gençlik yılları; ilk sevdalar, ilk kıskançlıklar… Ve o unutulmaz şiiriyle, Atilla İlhan daha bir büyümüştü gözümüzde:
gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu, ağlardım.
beni sevmiyordun, bilirdim,
bir sevdiğin vardı, uyardım.
çöp gibi bir oğlan, ipince;
hayırsızın biriydi fikrimce… (Atilla İlhan)
Ya söylemek için paralandığımız, ama söyleyemediğimiz şeyler:
Sana gitme demeyeceğim,
Üşüyorsun, ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar;
Yanımda kal. (Özdemir Asaf)
Gençliğin getirdiği doğal bunalımlar, yalnızlıklar:
…
Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile.
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman,
Beni unutma. (Ümit Yaşar Oğuzcan)
…
ya da
…
Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı,
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş.
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş. (Bekir Sıtkı Erdoğan)
…
Nesini söyleyeyim cânım efendim,
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim. (Serdarî)
…
Ancak her zaman da karamsarlık olmaz değil mi?
…
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün doğmadan kapılar.
O afyon ruhu gibi baygın mahalleden
Hayalimde tek çizgi sen kalmışsın, sen;
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne şirin bir komşumuzdun sen Fahriye Abla! (Ahmet Muhip Dıranas)
…
Bugün anlıyorum ki şiir insandır; duyan, düşünen, yorumlayan, duygularından korkmayan ve geleceğe güzel bakan insanın işidir şiir:
…
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken.
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken? (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
…
İşte böyle bu dünya;
Yarısından çoğu su,
Yusyuvarlak, tostoparlak;
Velâkin yaşamak,
Ne toprak, ne su;
Yaşamak başka şey,
Yaşamak güzel. (Niyazi Akıncıoğlu)
…
Bir başka şiir serüveninde ya da düş bahçesinde buluşmak dileğiyle…
Mahmut Münir OĞUZ