"Yumurta" filmiyle topladığı ödüllerin ardından sinemada kararlı adımlarla yoluna devam eden, şimdilerde Bulgar yapımı "Eastern Plays" adlı film için kamera karşısına geçen Sadet Işıl Aksoy, "Hem zor hem kolayım. Ben sadece ilişkilerimde değil arkadaşlarımla, ailemle, insanlarla olan ilişkilerimde onlara karşı pozitif bir etkim olduğunu düşünüyorum" dedi.
Pırıl pırıl gözler, düzgün kurulan cümleler ve kocaman bir gülümseme... Saadet Işıl Aksoy tabii ki bunlardan ibaret değil. "Yumurta" filmiyle topladığı ödüllerin ardından sinemada kararlı adımlarla yoluna devam ediyor. Şimdilerde Bulgar yapımı bir film için kamera karşısına geçen genç oyuncu, dil öğrenmek için gittiği Fransa’dan ayağının tozuyla geldi ve Eve dergisine kapak oldu.
Üç aydır Fransa’daydınız. Fransa’dan cebinizde nelerle döndünüz?
- Aslında hálá nelerle döndüğümü fark etmeye çalışıyorum. Benim oraya gitme amacım öncelikle Fransızca öğrenmekti. Eskiden beri Fransızca öğrenme isteğim vardı. Bir de Cannes’a gittiğimizde bize olan ilgiye karşılık Fransızca iletişim kuramamanın zorluğunu yaşadım. Ama asıl kararımı "Yumurta"nın orada vizyona gireceğini öğrendikten sonra verdim. Bence insan hangi işi yaparsa yapsın, nasıl bir hayat yaşıyor olursa olsun eğer imkanları el veriyorsa -ki ben az çok imkanların ayarlanabileceğini düşünüyorum- ara sıra kendi hayatının dışına çıkıp başka hayatlar da görmeli. Bu çok faydalı oluyormuş gibi geliyor bana. Benim için de Paris’e gitmek böyleydi.
Neden Paris peki?
- Paris olmasının sebebi, daha önce iki kere tatile gittiğim ve hayatımın kısa da olsa bir bölümünü burada geçirmek istediğim bir yer olması ve "Yumurta"nın Fransa’da vizyona giriyor olmasıydı. Dünyanın başka yerlerinde neler oluyor bir bakmak istedim. Biraz kendimi geliştirmek, biraz da kafamı dinlemek istedim. Bir ev tuttum ve orada yalnız kaldım; bu sayede de bol bol yemek yapmayı öğrendim. Ara sıra yalnız kalmayı seçmek çok güzel bir şey. Ben sürekli dünyanın, Türkiye’nin, başka başka şehirlerin peşinden koşup duruyorum. Bana hep bir yerler çekici geliyor. Ama sonunda yine dönüp dolaşıp İstanbul’a geliyorum.
Hiç bilmediğiniz bir ülkede sinema salonlarında filminizin oynaması, insanların sizi izlediğini görmek nasıl bir histi?
- Türkiye’nin küçük bir yerinde küçük bir ekiple film çekiyorsunuz. Sonra bir zaman geliyor ve o filmin Paris’te duvarda afişlerini görüyorsunuz. Gerçekten çok değişik bir histi. Hatta bir gün annemler ve dayımlar beni ziyarete gelmişlerdi. Ailecek Paris’te filmin afişinin önünde bir resim çektirdik. Hálá o resme çok güleriz. Filmi izlemeye annemle gittim. Salon doluydu, herkes filmin sonuna kadar kaldı. Sonra oradaki okuldan arkadaşlarımdan beni tanıyanlar oldu. Havaalanına annemi bırakmaya giderken bir kadın yanıma yaklaştı ve elindeki sinema dergisini gösterip, "Bu siz misiniz?" dedi. Filmi çok beğendiğini, Semih Kaplanoğlu’na selam iletmemi söyledi. Bütün bunlar beni gerçekten çok heyecanlandırdı. Bunlar için bir beklentiniz yok, bunlar tamamen sonuç ve gerçekten çok güzel sonuçlar.
Aşkın rastlantı olduğunu düşündüğünüzü söylemişsiniz bir yerde...
- Ben hayatta hiçbir şeyin rastlantı olduğunu düşünmüyorum galiba. İlk görüşte pat diye olan aşka kesin inanıyorum.
Aşk sizin hayatınızı nasıl değiştiriyor?
- Her şeyi ve herkesi ihmal ediyorum (gülüyor). Arkadaşlarım bu durumdan çok şikayetçi.
Nasıl bir sevgilisiniz?
- Hem zor hem kolayım. Ben sadece ilişkilerimde değil arkadaşlarımla, ailemle, insanlarla olan ilişkilerimde onlara karşı pozitif bir etkim olduğunu düşünüyorum. Böyle bir şeyi insanın kendi için söylemesi biraz garip ama öyle düşünüyorum. Hayatını güzelleştirebileceğimi düşündüğüm insanların hayatına giriyorum. Ya da benim hayatımı güzelleştireceğini düşündüğüm insanları hayatıma alıyorum. Dolayısıyla karşımdaki insanın hayatını daha da güzelleştirdiğimi, daha da iyi bir şeyler verdiğimi düşünüyorum. Ama bunun dışında zor yanlarım da yok değil. Biraz şımarığım galiba. Şımarıktan kastım, çok büyük beklentilerim yok ama istemediğim bir şey olduğunda hemen oyunbozanlık yapma durumlarım var. Karşımdaki insan güvenimi sarsacak bir şey yapmadıysa kolay kolay kıskançlık da yapmam. Ben hayatta her an her şeyin olabileceğini düşünüyorum. Ama bunu paranoya yapmıyorum ve hayatın kendisine bırakıyorum.
VICIK VICIK OLMAMAYA ÇALIŞIYORUM
Sırtınıza çantanızı alıp başka ülkelere, başka şehirlere çekip gidiyorsunuz zaman zaman... Nasıl başladı bu ’özgür kız’ serüveni?
- Beni babam böyle yaptı. 14 yaşındayken bir yaz kampına gitmiştim, bir yandan da burada saat altıdan sonra dışarı çıkmama bile izin vermiyorlardı. O zamandan başladı bu gezmelerim. Geçen zamanlarda da bu gitmeler konusunda daha rahat etmeye başladım. Bu bana en çok doğduğum, büyüdüğüm ve yetiştiğim yerle beraber bir dünya insanı olabilmeyi kazandırdı. Dünya insanından kastım, Amerika’ya gidip orada burada gezip alışveriş yapıp dönmek değil. Özellikle son üç dört yıldır gittiğim yerlerde şunu fark etmeye başladım; artık istediğimiz zaman istediğimiz kişiden kaçabiliyoruz, biriyle görüşmek istemediğimiz zaman telefonlarına çıkmıyoruz. Ama kendimizden kaçamıyoruz. Çok sıkılıyorum bazen ben kendimden.
İlişkilerinizi nasıl etkiliyor bu zaman zaman kaçıp gitmeler? İlişki sırasında da kaçıp bir nefes alma isteği duyuyor musunuz?
- Duyuyorum. Bence herkes de duysun. İlişkiler çok enteresan gerçekten. Herkes kendine özel şeyler yaşıyor; bir yandan da herkes çok benzer şeyler yaşıyor. Evet, şöyle bir formül var; "Birbirinize alan vermelisiniz". Bu formülü bize vermişler. Benim bu formülü uyguladığım ve uygulayamadığım zamanlar oluyor. Vıcık vıcık olmamaya çalışıyorum. Benim için ilişkilerin temel kurallarından biri, öncelikle herkes kendini sevmeli. Tabii gerçek nedenlerle sevmesi lazım ki karşısındakini de yine gerçek nedenlerle sevebilsin.
Birinin sizin gözünüzden düşmesi için ne olması lazım?
- Beni yanlış nedenlerle sevdiğini bilmek.
Bulgar filminde Türk kızını oynuyor
Şu anda Bulgar yapımı bir sinema filminde oynuyorsunuz. Bu projeyi kabul etmenizin nedenleri neydi?
- Cannes’da tanıştığım Bulgar bir yönetmenin filmi bu. Yönetmenin orada kısa filmi yarışıyordu. Daha sonra Saraybosna Film Festivali’nde tekrar karşılaştık. Sohbet etme şansımız oldu. Bir film çekeceğini söyledi. Daha sonra senaryosunu yolladı ve fikrimi sordu. Ben de gerçekten çok beğendim. Derdini çok iyi anlatıyordu. Film tamamen Bulgar yapımı bir iş. Hikáye, Türkler ve Bulgarlar arasında geçiyor.
Beklediğinizin çok dışında mı gelişiyor hayatınız?
- Çok hızlı ilerledi her şey. Yaşı benden çok büyük olan, çok güvendiğim, hatta hayran olduğum birkaç oyuncu, "İyi gidiyorsun, seni beğeniyoruz, takdir ediyoruz ama bu kadar hızlı gitmenin dezavantajları olabilir, hep böyle gidecek zannedebilirsin ama böyle gitmeyebilir" demişlerdi. Ben bunun bilincindeyim zaten. Çok fazla bir şey de beklemiyordum aslında. Sadece bu işi istediğim şekilde yapabilmeyi arzu ediyordum. Şu an en büyük kazancım, artık seçme şansımın olması. Bunu bekliyordum, bunu istiyordum ve şu an ona sahip oldum. Neyi isteyip neyi istemediğimi biliyorum.
Kelebek