Istatistikler | Toplam 103 kayıtlı kullanıcımız var Son kaydolan kullanıcımız: ibobaba27
Kullanıcılarımız toplam 2981 mesaj attılar bunda 1198 konu
|
Kimler hatta? | Toplam 123 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 123 Misafir :: 1 Arama motorları Yok Sitede bugüne kadar en çok 290 kişi Salı Ekim 15, 2024 10:55 am tarihinde online oldu. |
|
| Victor Hugo | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
çakıroğlu Admin
Mesaj Sayısı : 1370 Nerden : Bursa İş/Hobiler : öğrenci (tek hobi ticaret :) ) Ruh Hali : Takımlar : REP : Kayıt tarihi : 04/07/08
Kişi sayfası Başarı Puanı: (100/100) Tecrübe: (100/100) Seviye: (100/100)
| Konu: Victor Hugo C.tesi Tem. 05, 2008 9:03 am | |
| Victor Hugo
Fransız şair ve yazar Victor Hugo, Fransa tarihinin en çalkantılı günlerinde, 1802’de dünyaya geldi. Napolyon ordusunda general olan babası, imparatorun parlak döneminde önemli görevlerde bulundu, bir çok dış ülkeye seyahat etti ve Madrid’te valilik yaptı. Hugo, anne ve babası arasındaki geçimsizlikler nedeniyle genellikle annesinden uzak kaldı ve babası ile yaşadı.
Hugo ilkokula İspanya’da başladı ancak İspanyol aristokratlarının çocuklarını kabul eden bu okulda, sonradan soyluluk ünvanı almış bir burjuva generalin oğlu olması, alay konusu edilerek dışlanmasına yol açtı. Yazarların ürünleri ile yaşam öyküleri arasında ilişki kurmak eğilimindeki araştırmacılar, İspanyol okulunda geçen günlerin, Hugo’nun aristokrasiye bir yandan hayranlık duyup bir yandan da nefret etmesi gibi gerilimli bir duyguya kapılarak liberal-demokratik ilkeleri seçmesinde büyük rol oynadığını iddia etmişlerdir.
Napolyon’un imparatorluktan düşmesi ile birlikte Hugo ailesi için zor günler başladı. Paris Hukuk Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimine maddi sıkıntılar yüzünden devam edemedi ve ayrıldı. Ayrıldıktan sonra kendini kitaplara veren Hugo, ilk şiirlerini de bu yıllarda yazdı. Annesinin ölümüyle sefaletin eşiğine gelen genç yazarı bu güç durumdan kurtaran yirmili yaşlarda yayınlanan -kraliyet yanlısı- şiirleri oldu; XVIII.Lois tarafından bin frank aylığa bağlandı, Chateaubriand’ın ilgisini çekti ve romantik akımı benimsemesinden sonra parlak bir kariyerin kapısını araladı.
1827’de “Cromwell” ve 1830’da “Hernani” oyunları, -tıpkı Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”sinin Osmanlıda yarattığı- isyana benzer bir heyecan uyandırdı Paris’te. 1830 yılında Victor Hugo'nun Hernani piyesinin oynanmasından sonra romantiklerle klasik edebiyat taraftarları arasında "Hernani Savaşı" denilen tartışma basladı. Bu tartışma romantiklerin “klasizm” karşısında kesin zaferiyle sonuçlandı.
Hugo’nun ilk romanı ise “Notre Dame’ın Kamburu”dur(1831). Bugün okunduğunda, yazarın en yüzeysel ürünü olarak değerlendirebileceğimiz bu romanın nispi başarısızlığı, Hugo’nun maddi nedenlerle yayınevinin ısrarına boyun eğerek metnini çok kısa bir sürede tamamlamak zorunda kalmasındandır. Yine de, Hugo’nun yükselen ünü, Fransa’da bu kitabının da sevilerek okunmasını sağlamıştır.
1831-1941 arasında çok sayıda şiir, piyes ve roman yazan Hugo, 1841’de Fransız Akademisi’ne seçildi. 1848 İhtilali’nden sonra Cumhuriyetçi saflara geçti ve Cumhurbaşkanlığı için aday bile oldu. Kendisi seçilemedi, ama seçilen Louis Napolyon’u destekledi. Ancak Napolyon da imparatorluğunu ilan edince, Hugo 1851’de Fransa topraklarını terk ederek –yirmi yıl sürecek gönüllü bir sürgünü geçireceği- Channel Adaları’na yerleşti. Burada yazdığı “Sefiller”(1861), onun en çok tanınan ve sevilen eseridir. İmparatorluk dönemi sona erip Üçüncü Cumhuriyet kurulunca, Victor Hugo, Paris’e bir kahraman olarak döndü. Millet meclisine seçildi, ama politikadan çok edebiyatla ilgilenmeyi tercih etti. 1885’de öldüğünde, büyük bir törenle Pantheon’a gömüldü. | |
| | | çakıroğlu Admin
Mesaj Sayısı : 1370 Nerden : Bursa İş/Hobiler : öğrenci (tek hobi ticaret :) ) Ruh Hali : Takımlar : REP : Kayıt tarihi : 04/07/08
Kişi sayfası Başarı Puanı: (100/100) Tecrübe: (100/100) Seviye: (100/100)
| Konu: Geri: Victor Hugo C.tesi Tem. 05, 2008 9:04 am | |
| VİCTOR HUGO
Babası Napolyon’un ordusunda görev yapan, Sefiller, Notre Dame’ın Kamburu, İzlanda Hanı gibi romanları yazan, büyük Fransız düşünürü ve yazarı Victor Hugo, siyasetle de ilgilendi ve milletvekili oldu. ---- Cansu Yılmazçelik
Otuzlu yaşlarına yaklaşan Victor Hugo, biraz önce hizmetçiyi gönderip odasına çağırttığı genç ve güzel karısına bakarken aslında kendi gençliğine bakıyordu; önünde birçok görüntü vardı; babasıyla başlıyordu bu görüntüler; Napolyon yanlısı kıdemli bir asker olan babasıyla… Görev yerinin her değişmesinde onun peşinden sürüklenmekten yorulan anne Sophie’nin, temelli Paris’e yerleştiği günle değişiyordu görüntü ve üç oğlunu okula yazdırdığı o ilk günün anısıyla sürüyordu bu garip hatırlayış… Korsika’da on altı yaşındaki bir kontese aşık olan baba Joseph Hugo’nun açtığı boşanma davasının ertesinde çocukların annelerini görmeleri yasaklanmıştı. Yatılı okuyan Eugene ve Victor’u tatil zamanlarında almaya gelen büyük ağabey Abel’ın onları halalarının evine götürdüğü o günleri hiç özlememişti Victor ilerleyen yıllarda… Birden on dört yaşlarındayken, bir yayınevinden içeri girip şiirlerini bastırmak istediğini söylediği gün geldi aklına. Yayınevinin sahibi şiirin satmayan bir tür olduğunu söylediğinde,
“Benim yazdıklarım satar” demiş ve sonra bir kahin edasıyla eklemişti, “eserlerimi basmayı kabul etseydiniz diğerlerinin haklarını da size verecektim. Yazık Mösyö, bir servet kaybettiniz!”
Çalışma odasının loş ışığında karşısında oturan gururlu kadına arkasını dönüp pencereden dışarıyı seyreden Victor Hugo, on beş yaşındayken, şimdi “Doğmadan önceki saçmalıklarım” dediği şiirleriyle Fransız Akademisi’nin şiir yarışmasında mansiyon ödülü aldığı günü düşünmüştü bunun ardından. Biraz önce karısı tarafından suçlandığı o ‘yanına yaklaştırmayan büyüklüğü’ o zamanlarda ortaya çıkmıştı herhalde… ya da belki on yedisindeyken Toulouese Akademisi tarafından Altın Zambak'la ödüllendirildiği günlerde…
Bir kez daha kadına baktı; onunla henüz babasıyla annesi boşanmadan önce, Paris’e temelli taşındıklarında tanışmıştı. Aynı zamanda komşuları olan aile dostları Foucherler’in küçük kızı Adele… Eugene ve Victor, babalarının Napolyonculuğunun aksine, kral yanlısı bir ailenin kızı olan annelerinden etkilenmişlerdi daha çok. Victor, yazdığı bir şiir sayesinde kral tarafından maaşa bağlanmış ve saray çevrelerinden davetler almaya başlamıştı daha o yaşta. Eugene’le birlikte bir edebiyat dergisi çıkarıyorlardı. Kardeşi Eugene ile arasının edebi kıskançlık dışında bir nedenden, Adele yüzünden açılacağını öngörememişti. Günün birinde her iki oğlundan da Adale’e olan aşklarını dinleyen anneleri oğullarına Adele’i görmeyi yasakladığında, uysal bir genç olan Eugene bu konuda verdiği söze sadık kaldıysa da Victor, Adele ile mektuplaşmaya devam etmişti. Sonra bir gün annesi aniden ölmüştü. Victor, artık iyice yalnız kaldığını düşünmüş ve ait olduğunu hissettiği tek yer olan Foucherler’in evine atmıştı kendini. Eugene’in zihninin kıskançlıkla zehirlendiği aylar boyunca Victor burada kalmıştı ve ilk şiir kitabının basımından kazandığı parayla annesinin ölümünden on altı ay kadar sonra kilisede, mihrabın önünde Adele’in bir peri gibi süzülerek yanına gelişini seyrederken içi burkulmuştu. Babası, Eugene’i bir akıl hastanesine yatırmak için düğüne gelememişti çünkü. Çektiği acıya dayanamayan Eugene o sabah çıldırmıştı ve o hastanede geçireceği on beş yılın sonunda yine orada ölecekti. Adele ile ilk yıllar… Annesinin ölümü, Eugene’nin çıldırışı, ilk çocuklarının doğar doğmaz kaybı, para sıkıntıları… Genç çift bu çok zor sınavı geçmişti. Victor, çocukluğunun duygusal kralcılığından vazgeçerek bir cumhuriyetçi olmuştu, Paris’in edebiyat salonlarında aranan bir şairdi artık ve yavaş yavaş dünyaya, dünya nimetleri'ne uyanmaya başlıyordu. Şimdi karşısında dimdik oturan karısı Adele, evinde çocuklarla ilgilenirken kendisi oyuncu kadınlarla vakit geçiriyor, ailesini yapayalnız bıraktığını aklına bile getirmiyordu. Geçen her yılı yeni bir kitapla taçlandırmak ve bu arada olabildiğince yaşamak, mutlu olmak, eğlenmek ama evine her dönüşünde de aynı huzuru ve sevgiyi bulmak istiyordu o sadece.
Ama mümkün müydü bu? İsteğindeki açıklanamaz saflığı görüyordu şimdi Adele’in yüzünde ve kadının her bir mimiği ‘beni yalnız bıraktın, en yakın arkadaşınla bu yüzden yattım’ diyordu. Sainte-Beuve… Ünlü eleştirmen… Evine aldığı yakın dostu… Ailesinin katili oydu… Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve karısının söylediği tüm o çift anlamlı sözleri, kendi duymak istediği cümleler halinde zihnine yeniden kabul etti; hayır, bir dahi aldatılamazdı; hiçbir kadın bir dahiyi aldatmazdı. Kuşku, ruhu kemiren bir böcekti, geceleri uyuyamayan Victor’un tamamlayamadan yerlere attığı eserinin, Notre Dame’ın Kamburu'nun sayfalarını da kemiriyordu işte; düşünemiyor, yazamıyor, olanlara anlam veremiyordu. Bildiği tek şey, derhal Saint Beuve ile konuşması gerektiğiydi. Saint-Beuve, Victor’a karısından hoşlandığını ama aralarında hiçbir şey geçmediğini anlattı. Victor, yine de bir süre evine gelmemesini söyledi eski arkadaşı ve yeni rakibine… Belki de sadece bu kendini kandırma ihtiyacı yüzünden Adele ile Sainte-Beuve’ün buluştuğu yeri bildiren imzasız bir mektup aldığında mektubu aceleyle yaktı… Ama Adele, yeni bir kuşku dalgasının yarattığı fırtınada “Evet, onu seviyorum” diye bağırdığı zaman Victor Hugo’nun kalbinin etrafına özenle inşa ettiği camdan kale yerle bir oldu.
Evin düşmanlık ve gerginlikle kirlenen havasında boğulan Victor, o sırada sahneye konan oyununun ilk gösteriminde yardımcı rollerden birini oynayan Juliette Drouet ile yepyeni bir hayat kurmaya karar verdiğinde Adele’den de ancak bu sayede kurtulabileceğini anlamıştı. ‘Alevden bir kuş’ gibi dediği Juliette’den sahneyi tamamen bırakmasını, evini değiştirmesini, eski tanıdıklarını terk etmesini, değerli olan her şeyini satmasını istiyordu şimdi. Görüşeceği kişiler sadece kadın olacaktı ve bunların bir listesini daha sonra ona yazılı olarak verecekti; evden ancak kendisi de yanındaysa çıkabilecekti, çarşıdan alınması gerekenleri hizmetçi alacaktı, mektup gelirse akşam kendisine gösterecekti; hastalanırsa kendisi doktor getirene dek bekleyecekti ve gün boyunca sadece kendisinin çalışmalarını temize çekmekle meşgul olacaktı. Bunun karşılığında kendisi de genç kadın için yeni bir ev tutacak, onun bütün borçlarını ödeyecek ve onu sonsuza kadar sevecekti. Yirmi yedi yaşındaki Juliette, otuz bir yaşındaki ünlü şairin tüm isteklerini kabul etti. Victor’un arada bir evine gitmesine de göz yumdu; onun karısını sevmediğine, sadece çocuklarını görmek ve çalışmak için evine gittiğine emindi. Tek sorunları, Juliette’in yeniden sahneye çıkmak istemesi ve Victor’un buna izin vermemesiydi. Bir süre sonra Victor, Juliette’in sahneye dönme isteğini kabul ederek oyunlarından birinde ona rol vereceğini açıkladı. Ancak Sainte-Beuve tarafından kışkırtılmış olan Adele’in yaptığı kulis yüzünden, Juliette, ilk iki perdesinde mırıltılara ve homurtulara katlandığı oyunun üçüncü perdesinde ıslıklanmaya dayanamayarak sahneyi terk etmek zorunda kaldı. Ertesi gece onun rolünü baba Dumas’nın sevgilisi oynuyordu ve Victor Hugo bu nedenle Dumas ile yıllarca konuşmayacaktı. Hayatındaki karmaşayı sanatsal verimliliğinden uzak tutmayı her nasılsa başaran Victor Hugo, bu sıkıntılı zamanlarında pek çok ölümsüz eser yayımlamıştı, oyunlar, şiir kitapları, incelemeler… Otuz dokuz yaşındayken Fransız Akademisi’nin kırk üyesinden biri olduğunda en büyük mesleki arzularından birine de kavuşmuş oldu. Ancak bu ödül de ardında aynı sıkıntıları taşıyacaktı, önceden sanat çevrelerinde konuşulan aile sorunları, şimdi bütün Paris’in dilindeydi. Kırk yedi yaşındayken sekiz şiir kitabı, on iki oyun ve bir de roman yazmıştı; söyleyecek sözünün kalmadığının konuşulduğu günlerde, on yıldır onunla birlikte olan Juliette de parfüm kokan gölgelere çarpıyordu… 1845 yılında, Hugo’nun ressam Auguste-François Beard’ın karısı Leonie’yle ilişkisi Paris’in kenar mahallelerinden birinde kadının kocası tarafından polisler eşliğinde yakalanmalarıyla ortaya çıktığında Juliette de o gölgelerden biriyle ilk kez bu kadar aleni biçimde karşılaştı. Hugo babasının kontluğu nedeniyle sahip olduğu vikontluk payesi sayesinde soruşturmaya uğramadan bu skandalı atlattı. Henüz olayın ayrıntılarından haberi olmayan Juliette’i de alıp bir süreliğine İspanya’ya gitti. Siyasi görüşlerinde de büyük değişiklikler olmuştu bu yıllarda. Artık kralcı ya da tam anlamıyla bir cumhuriyetçi değildi; liberaldi, demokrattı, cumhuriyetçiydi, sosyalistti; halkın yanındaydı ve bunu da yakında tamamlayacağı Sefiller adlı romanıyla kanıtlayacaktı.
III. Napolyon’a karşı öfkesini bin altı yüz dize olarak dile getirmeye planlayarak Cezalar adıyla başladığı şiir kitabı ise altı bin dizelik şairane bir öfke nöbetine dönüşecek ve Hugo’nun siyasi mücadelesinin manifestosu olacaktı. Tüm bunların bedelini, sürgüne gönderilerek ödeyeceğini anlayınca Belçika’ya kaçarak on dokuz yıl boyunca yanında Juliette’i ile birlikte önce Brüksel’de sonra da Manş’taki Jersey ve Guernsey adalarında yaşayacaktı. Fransa’ya dönüşü o yıllarda çıkan bir kararnameyle mümkün olduğunda da Hugo,
“Özgürlük sürgünde olduğu sürece kendisinin de onun bu sürgünlüğünü paylaşacağını ve geri dönemeyeceğini”
söyleyerek Paris’te bekleyen dostlarını hüsrana uğrattı. Bundan sonra 1862’de Paris ve Brüksel’de aynı günde tefrika edilmeye başlanan Sefiller adlı romanı, en çok okunan romanlardan biri olarak edebiyat tarihinin unutulmazları arasında yerini aldı. Dört yıl sonra gelen Deniz İşçileri’yle de olgunluğunun doruğunda olduğunu herkese kanıtladı. Altmış beş yaşındayken insanlar ona dertlerini anlatmak için geliyorlar, bunları yazmasını istiyorlardı. Bir düşünür olarak da kabul edilmiş olan Hugo, sadece bu insanları değil, evinde düzenlediği ziyafetlerle fakirleri ve özellikle de çocukları sevindiriyordu. Bunların karşılığını Guernsey adasının halkından gördüğü sonsuz sevgi ile alıyordu. Juliette ile Hugo karşılıklı evlerde oturuyor olmalarına rağmen sevgili olduklarını da herkes biliyordu adada. Hala karısı durumundaki Adele, kızını da yanına alarak Victor’u ve oğullarını görmek için arada bir adaya geldiğinde Paris’teki hayat yeniden başlıyordu. İki kadının arasındaki fırtınalı durum artık geçmişte kalmıştı, şimdi her ikisi de birbirlerinin vazgeçilmez varlıklarına saygı duyuyorlardı. Hatta 1864 Noeli’nde Adele, Juliette’i aile yemeğine davet bile etmişti. Her ne kadar Juliette bu davete katılmasa da bunun nezaketin gerektirdiği bir red olduğunu hepsi anlamıştı. 1867’de bu defa Adele, Juliette’in evine gitti; Juliette de mecburen Hugo’nun evinin kapısından içeri girmek zorunda kaldı iade-i ziyaret nedeniyle. Ertesi yıl Adele, Belçika’da öldü. Son anında yanında bulunan ilk aşkı Victor olmuştu. Bundan sonrası bir felaketler dizisi olarak devam etti. Geçmiş yıllarda önce öz kızını, ardından da üvey kızını kaybeden Hugo, daha sonra her iki oğlunu da kaybetti. Annesinin adını taşıyan küçük kızı Adele’de evlenerek Kanada’ya gitmiş ve izini kaybettirmişti. Bu kötü dönemde ailenin tek tesellisi Adale’in bulunmuş olmasıydı ama o da Kanada’da kocasının kendisini terk etmesinin ardından bulunarak adaya getirildiğinde çıldırmıştı, tıpkı amcası Eugene gibi… Bu felaketlerin yaşandığı sıralarda Fransa’da III. Napolyon’un baskıcı rejimi ve Paris’in Alman işgali altında olmasıyla bunalıyordu. Ancak o yıl III. Napolyon’un Almanlara esir düşmesiyle Fransa da cumhuriyetine yeniden kavuştu. Hugo on dokuz yıldır bu günü bekliyordu; ülkesine dönüyordu nihayet! Dönüşünün ardından daha önce Belçika’da basılan Cezalar’ın Fransa’da da yayımlanmasıyla bir halk kahramanı ilan edilmişti. Şimdi bildiriler yayımlıyor, Fransız halkından Alman işgalcilerine direnmelerini istiyordu. 1871’de mütareke imzalanmış ve Victor Hugo’da millet meclisi üyesi olmuştu. Siyasi kariyeri hızla tırmanırken ünlü Garibeldi olayında Garibeldi yanlısı tavrıyla neredeyse bütün meclisi karşısına almaktan çekinmemişti. Ölen oğlunun borçlarını ödemek için gittiği Belçika, o sırada Fransız göçmenlere kapılarını kapatacağını açıklayınca Hugo, gazetelerde kendi evinin kapısının göçmenlere açık olduğunu ve Belçika halkından da bunu beklediğini duyurdu. Belçika halkının buna cevabı, evinin önünde toplanan kalabalığın camlarını indirmesi hatta evine girmeye çalışması olmuştu; karışıklık çıkaran yabancı, Victor Hugo da olsa kovulmalıydı! Bu zor hayat, biraz renklenmeli, sıkıntılar korkunç sevdiği kadınlar tarafından hafifletilmeliydi. Hugo, yetmişli yaşını sürerken çevresindeki kadınlar azalmıyordu. Juliette 1883’te öldü ve Hugo’nun bu ölümden sonra ancak ölüsü ayakta dolaşabildi. Kendisi de 1885’te üç gün süren bir komanın ardından öldüğünde, 31 Mayıs’ta Paris halkı, Zafer Anıtı’nın önünde düzenlenen devlet töreninde onunla vedalaşmak için tabuta eşlik etti.
abutun başında duran on iki şair de halkla birlikte selamlıyordu onu son defa… Hugo, Fransız kahramanlarının mabedi Panthéon’a defnedilirken sesi duyuluyordu insanların dudaklarında:
Ey hayat… Acı çeksem de bil ki / Bir kere inanmışım. Karanlıklardır ülkem / Kara mağaralardan korkmam artık, ürkmem / Korularda kuş gibi…
K Dergi | |
| | | | Victor Hugo | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |